I. Postmodern Sanat Anlayışı ve Müzik
Yirminci yüzyılın ilk çeyreği, insanlık için büyük bir kırılmayı ifade ediyor. Modernizm denilen bu kırılma, öncelikle bilimsel, toplumsal ve ekonomik bir fay üzerinde uzanmış olsa da beraberinde felsefi düşünce ve sanata dair bir dönüşümü de alarak ilerledi. Geleneğe ve günlük hayata ait ne varsa vadesinin dolduğunu iddia eden modernizm, yeniçağın kendisine ait yeni bir düşünce anlayışı olması gerektiği iddiası ile ortaya çıktı. Bu iddiasını bir süre çağın hâkim anlayışı olarak da sürdürdü. Bu durum sanat alanına ise; her sanat eserinin bir amacının olması, içinde bulunduğu durumu tartıp buna uygun bir sonuca varması ve geçmiş ile alakası olmayan bir yeninin hedeflenmesi şeklinde yansıdı. Fakat modernizm, hayat bulduğu tarihsel süreç içerisinde kısa zamanda bizzat kendi dinamiklerine karşı yenilgi yaşamaya başladı. Kaleleri birer birer düştü. Modernizmin vaat ettiği refah toplum fikri ve bütün sorunlara çare olma ideali, iki Dünya Savaşı, büyük kıyımlara neden olan bölgesel çatışmalar ve toplumsal facialar sonucunda inandırıcılığını kaybetti. Modernizme yüklenen olumlu algıların yıkılması, sanat anlayışında da bir dönüşüme neden oldu ve sonuç olarak modern sürecin içerisinde ona baş kaldıran ve onu rehabilite etmeye çalışan bir düşünce olarak post modernizm ortaya çıktı. Sanat alanında ise post modernizm, sanatla gündelik hayat arasındaki sınırların kaldırılmasını savunuyordu. Böylece elit ve popüler kültürün gelenekselle olan mesafesi kapanacak, bu şekilde modernizmin sanatın üstün bir icra yeteneğinin ürünü olduğu iddiası da yıkılacaktı. Buradan hareketle post modernizm, sanatın yinelemeye, eklektizme ve aktararak söylemeye dayanacağını iddia eder diyebiliriz. Postmodern sanat, pastiche yöntemi dediğimiz eskinin üzerine yeni bir ekleme ile seçkin bir sanat yapıtının taklit edilmesi fikrine olumlu anlamlar yükler ve sanat eserinin geleneksel-yerel ile bağı nispetinde değer kazandığı fikrine gönderme yapar. Aynı zamanda mizaha ve ironiye de değer verir. Nihayet “her şey uyar” şiarıyla yola çıkan postmodern sanat, Jameson’ın genel kabul gören o bilindik tanımlamasıyla, bütün bir sanat tarihi içinden stillerin, biçimlerin ve türlerin eklektik karışımları içinde; eskiye olan nostaljik hayranlık ile yeninin karşısında büyülenmeyi birbiri içerisinde kaynaştırır. Bu tanımlamaların ardından yazımızın asıl konusuna geçecek olursak. Öncelikle insanlık tarihi kadar eski bir sanat dalı olan müziğin stil, biçim ve türlerinin ne derece çeşitli olduğunu uzun uzadıya açıklamaya gerek olmadığı kanaatindeyiz. Müzik, binlerce farklı enstrümanı ve yine binlerce melodik unsuru ile çeşitliliğin üst düzeyde olduğu bir sanat dalı. Yeknesak bir kültür içerisinde dahi bölgeden bölgeye değişen enstrüman kullanımı ile ritim, beste ve güfte algısındaki farklılıklar, bu sanat dalının tarih içerisinde de ne denli hızlı bir değişim geçirdiği gerçeğine ışık tutacaktır. Günümüze gelince; modern topluma hâkim olan sanat anlayışı, müzik zevkine de yeni türleri eklemledi ve yeni dönemin kendine has bir müzik anlayışı oluştu. Uluslar arası müzik yarışmaları ve müzik ödülleri ile makbul bir yeni tarz benimsendi ve bu tarz hâkim olarak kabul gördü. Tınıların yerelden ve gelenekten uzak olduğu bu tarz, belli bir süre etkisini sürdürse de ortaya çıkan eserlerdeki özgünlük oranının giderek azalması ile modern müziğin hâkim algısı bir kırılmaya uğradı. Bu kırılma ile müzisyenler, eserlerinde dünyanın birçok bölgesindeki yerel müzik unsurlarına eğilmeye başladı. Buna bağlı olarak da alternatif müzik türleri ortaya çıktı. Rock ve pop müzik kendi içerisinde alternatifler (Alternatif Rock, Alternatif Pop, Anadolu Rock, Senfonik Rock vs. ) üretmeye başladı. Bu yeni müzik arayışı dünyanın her yerinde bugün de etkisini sürdürüyor. Bu arayışa isim vermek ve genel bir kabul oluşturmanın zorluğu malum. Bu sebeple genel bir tanı koymak yerine bu sanat dalını icra eden isimlerden birini seçerek konuya bakışın o isim ve eserleri üzerinden yapılmasının daha kolay olacağı kanaatindeyiz. Bu yazı ile kendisinden protest sanatçı, etnik müzik ustası olarak bahsedilen müzisyenlerden olan Mohsen Namjoo’nun müziğini yukarıda kabaca özelliklerini ele aldığımız postmodern sanat anlayışı bakımından değerlendirmeye çalışacağız.
II. Mohsen Namjoo ve Müziğinde Post Modern İzler
İran’ın birçok etnik gruba ev sahipliği Horasan eyaletine bağlı Turbet-i Cam şehrinde büyüyen Mohsen Namjoo, ailesinin maddi durumu nedeniyle yatılı eğitim veren bir müzik okuluna kaydoldu. Burada Nasrullah Nasihpur’un tedrisinden geçti. Klasik İran müziği ve İslam Edebiyatı ile ilgili eğitimler aldı. Üniversite de müzik üzerine eğitim alan sanatçı, bu dönemde İran müziğine ilgi duysa da Klasik İran müziğine dair kutsamaya vardırılan övgüden rahatsızlığını açıkça dile getirmeye başladı. Bu durum önce hocaları, daha sonra ise İran’daki müzik duayenleri ile arasında bir mesafeye neden oldu. Namjoo, Klasik İran müziği yapan sanatçıların bu alanı konforlu buldukları için herhangi bir değişim dönüşüm talep etmediklerini ifade ediyordu. En küçük bir denemenin onlar için tabu olduğunu da ekliyor. Bu düşüncesi modern bir sanat anlayışına sahip olduğu imajı uyandırsa da Namjoo’nun yapmaya çalıştığı ise aslında modern algının çok ötesindeydi. Namjoo, ilk etapta dünyadaki müzik değişimine ayak uyduran İran müzik piyasasının rüzgârı ile pop müziğe yöneldi. Çünkü makbul olanın yeni müzik olduğu konusundaki karşı konulmaz dayatma, İran’ı da etkilemişti. Fakat Namjoo bu yeniyi bir dönüşüm aracı olarak kullanmaya kararlıydı. Zira o, yıllarca klasik bir müzik eğitimi almıştı ve aldığı eğitimi çöpe atmaya da niyeti yoktu. Öyle de oldu. Namjoo, yeni suyun içerisine yavaştan bir eski şerbeti dökmeye başladı. Bir nevi İran müziğini rehabilite etmek istiyordu. Bunu bizzat İran’ın has kültür birikimi içerisinden tutup çıkardıkları ile yapacaktı. Bunun için Hafız’dan, Mevlana’dan, Ferîdüddîn-i Attâr’dan, Baba Tahir Üryan’dan, Sadi Şirazî’den ve Şems’ten alabildiği ne varsa aldı ve müziğine kattı. Böylece klasik İran müziğini de bu günle barıştırma yolunda önemli bir adım atılmış olundu. Sanatçı bu değişimi yapma sebebini bir röportajında İran müziğini kurtarmak olarak açıklayacaktı. İran müziğinin pop kültür ile klasikçiler arasında can çekiştiğini gören sanatçı, bu rehabilitasyon sürecinde tedavi yöntemi olarak da muzipliği kullandı. Asıl mesele şaka yapmak, ben nerede bir duvar varsa ona çekiçle nasıl vurulur onunla ilgileniyorum diyerek muzipliğin eser üretmesindeki katkısını da açıkça dile getirdi. Müziğe dâhil edilemez denen eserleri dahi sanatında işledi. Böylece ortaya klasik İran edebiyatının ve müziğinin bugüne ait bir versiyonu çıkmaya başladı. Batının enstrümanlarını Doğu’nun sözleri ile birleştirerek oluşturduğu sentez, hem kendi ülkesinde hem de yakın coğrafyada büyük bir etki uyandırdı ve Namjoo bugün İran müziği denince akla gelen isimlerden birisi oldu.
Namjoo, bu nevi bir üretim sürecinde ortaya koyduğu eserlerle post modern bir sanatçı olmak istediğini veya istemediğini belirtmiyor. Hatta adının herhangi bir tür içerisinde dahi anılmasını pek kabul etmiyor. Eserlerinin belirli zamanlardaki müzik ekollerinin tecrübesi olduğu fikrine yakın. Buna rağmen eserlerinin postmodern bir yapı arz edip etmediği konusunda yukarıdaki açıklamalarımızdan yola çıkarak bir çıkarıma varacak olursak. Namjoo kabul gören modern ve klasik müzik anlayışına karşı; yeni olanın içerisine klasiği, gelenekseli ve yereli döşeyerek ayrı bir tarzın yolunu açtı. Bu tarz, Batı sazları ile setarın, santurun, kemanenin ve bağlamanın da içinde bulunduğu hatta bundan öte Klasik İran edebiyatının, şarkıların güfte kısmında yer aldığı bir tarz olarak dinleyici ile buluştu. Örneğin Cielito Lindo isimli meşhur İspanyolca parça ile beraber söylediği şarkısında Farsça olan ilk bölümü, tamamen Mevlana’nın bir şiirinden aldı. Bu şekilde iki alakasız tarzı birbirine başarılı bir şekilde yaklaştırdı. Müzikte özgünlüğün iyiden iyiye yitirildiği bir çağda böylesi yenilikler yakalamanın postmodern sanatın sınırlarına yaklaştığını kabul etmek gerek. Zira post modern sanatın yukarıda bahsettiğimiz özelliklerinin başında geçmiş sanat eserlerinin ortaya konan eserin içerisinde eritilmesi fikri de bulunmakta. Namjoo’un eserlerinde de bu olgu çok açık olarak seçiliyor. Bir bölümünde Hafız’ın, Sadi’nin, Mevlana’nın bir şiiri geçen şarkının sonra özgün sözler ile devam ettiği oluyor. Bunun gibi inanç ögeleri de şarkıların içerisinde yer ediyor. Hatta Namjoo, bu işi biraz ileriye götürüp İslam kültüründe pek yeri olmamasına rağmen şarkılarından birinde Kur’an-ı Kerim’den bir ayete atıfta bulunuyor. Tabi bu hareket İran devletince karşılıksız bırakılmıyor ve sanatçı hapis cezasına çarptırılıyor. Benzer olarak inanç ögesinin açıkça görüldüğü bir diğer eser ise Mojir isimli şarkı. Adı geçen şarkıda Namjoo, ölmeye yakın bir zamanda dua ederken sesini kayda aldığı dedesinin duasına beste yaparak yine farklı bir esere imza atıyor. Hatta şarkının sonunda Namjoo’nun dedesinin sesi de mevcut. Bunların yanında muzip tavrın da post modern sanat alanında bir yer edindiğinden bahsettik. Bu durum Namjoo’nun hem eserlerinde hem sanat anlayışında açıkça yer edindiğine göre bu yönüyle de sanatçının post modern sanatın kıyısına değdiğini görebiliriz. İyi bir örnek olarak Kurtanidze parçası ele alınabilir. Bu şarkı hem içerdiği tarihsel göndermeler hem de mizahi vurgular ile Namjoo’nun sanatına dair önemli ipuçları vermekte. Şarkıda 2003 yılında İranlı Alireza Heyderiyi yenerek dünya şampiyonu olan Gürcü güreşçi Luka Kurtanidze ismi üzerinden İran ve Gürcistan arasındaki tarihi bağ, ironik bir şekilde ele alınıyor. Georgia kelimesi ile hem Gürcistan ülkesine hem de İran’ın son Türk hükümdarlarından Abbas Mirza’nın Gürcü prensesi olan Georgia’ya vurgu yapılıyor. Üzerine bolca mizahi ve tarihi göndermeler de ekleniyor. Mesela şarkının bir bölümünde “Sana aidim ey Olga, Ayrina, Marina, derken sonuna bir de kafiye amacıyla İtalya’da bir kent ismi olan Fiorentina kelimesi ekleniyor. İngilizce tamlamalar serpiştiriliyor. Şarkı örnek verdiklerimize benzer birçok gönderme ve ironi içeriyor.
III. Sonuç Yerine
Mohsen Namjoo’nun eserlerinin, kabaca sınırını çizmeye çalıştığımız post modern sanat-müzik ile ilişkisi elbette bu denli kısa bir yazı üzerinden tam olarak aktarılamaz. Fakat ele aldığımız kadarıyla Namjoo, kendisi bir isimlendirme yapmasa da şarkılarında barındırdığı yerel-geleneksel unsurlar, tarihi göndermeler ve ironi ile post modern sanat alanında bir yol açtı. Bu yol, ülkesindeki hatta ülkemizde ve coğrafyamızdaki birçok sanatçıyı etkiledi. Böylece geleneğe, tarihe ve yerele eğilimin bir taklit değil özgünlüğün ayrı bir türevi olduğuna dair bir kabul oluştu. Namjoo, post modern sanat adına hiçbir şey yapmasa dahi modern zamanların özgünlüğünü yitiren ve bunu aşamayan müzik dünyası için umut olabilecek eserler verdi. Vermeye devam ediyor.
İlk yorum yapan siz olun