İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nakkaşın Gecesi – M. Fatih Kutlubay

Gözümü açtığımda seni karşımda buluyorum. Ağırlığını sağ bacağının üzerine vermiş, yukarı kaldırdığın sol dizine dayanak yaptığın tek elinle rahlenin başındasın. Elin sağa sola çok küçük yalnız çok özenli hamleler yapıyor. Elinin üstündeki doğum lekesi, her hamlede bir yılan gibi uzayıp kıvrılıyor. Yüzünün bir yanında bütün şehri beyazlatan ay ışığı, diğerinde rahlenin üzerindeki yağlı kandilin sarı ışığı. Gözlerini kâğıttan ayırmıyorsun. Karanlıkta beyazı küçülen bu iki gün karası noktanın bir aralık benden tarafa kaydığını seziyorum. Saniyenin binde biri. Sonra tekrar uğraşına dönüyorlar. Nefes almıyor gibisin yahut son nefeslerini bu işe harcamak ister gibi ağır ağır inip kalkıyor göğsün. Gözlerini bekliyorum tekrar benden tarafa dönsünler. Bu defa kaçırmayayım. Bir şey söylemek zorunda kalasın bana. Ama yok. Gözünü elinden ve ötesindeki kâğıttan almıyorsun. Yoruluyorum seni izlerken. Arkandaki raflarda yığılı rulo kâğıtlar, ciltli kitaplar, yanıp sönmüş böylece işlevlerini bitirmiş beyaz kandil şişeleri. Odada bir de şilte var rahle dışında. İçi hurma yaprağı ile dolu şiltenin. Çaputun sağından solundan dışarı fışkırıyorlar. Tekrar senden tarafa dönüyorum. Gözlerimi dikiyorum. Adım gibi bildiğim hikâyenin adım gibi bildiğim kahramanı. Dön bana. Ben seni biliyorum. Sen de beni tanı ki eksiğim tamamlansın. Hayat bulayım. Benim seni bildiğimi bildiğini biliyorum. Bakmazsan bana şimdi şu kapıdan çıkıp o ezber ettiğim hikâyeni baştan yaşayacağım, okuyacağım, yazacağım. Bak bana. Ben de eksiğim. Tamam olayım.

Rey’in dumanlı göğü doluyor içime. Kapının önündeyim. Dolunay, boşluğa inen bir hançer olup yarıyor kalbimi. Elim, ayağım ay ışığı. Gecenin rengi dönüyor şehrin sokaklarında. Uzaklardan yaban hayvanları uluyor. Gökler kadar gerginim. Kalbim ağzımda. Sağıma soluma bakıyorum. Aranıyorum. Önümden bir yalan olup süzülürken görüyorum seni. Cübbenin boşlukta sallanan kolu ileri geri yapıyor. Peşine takılıyorum. Sen gidiyorsun, ben gidiyorum. Rey, çöl rengi sokaklarını açıyor sana. Her bir ev yol gösteriyor gideceğin yere. Bir eşiğe varıyorsun. Cübbenin dolu olan sol kolu kalkıyor. Kapı üç kere vuruluyor. Başın yerde bekliyorsun. Birazdan kapı aralanıyor. Kapının diğer tarafında yüzünü gizleyen bir kadın. Kadının gözlerinden yıllar geçiyor. Sen geçiyorsun. Nakışlı minyatürlerin, çektiğin çizgiler, yaptığın suretler. Sağ yanındaki boşluğa bakıyor. O anda vuruyor kalbin davul üstüne davul. Dolmayacak sandığın bütün eksiklerin diziliyor önüne, kapanmayacak yaraların, ritimsiz çalan bir kalp. Sen, sen olup karşısındasın ama bir eksik. En çok ihtiyaç duyduğun eksik. Kalkıp inen bir sağ elin yok artık. Kapıyı büsbütün açıp kenara çekildiğinde gözü hala boşluğunda. Cümle kapısının karşısındaki odaya doğru yürüyorsun. Yürürken kalbinde tüm kırıklar. Yürürken yıldızsız göğe yayılıyorsun. Kapı yine içeriden açılıyor. Kimdir o bakışları eşikte. Seni eğiten adam karşındaki. İşte yılların emeği, işte şimdi olmayan kolunda yıllardır çektiğin sızının bir müsebbibi. Olmayan bir uzvun hiç olmadığı kadar derin sızısı. Onun da gözü cübbenin şişkin olmayan yanına kayıyor bir an. Katlanmış duran kol yenin avluyu gezen rüzgarda sallanıyor. Efendim deyip diz çöküyorsun. Sesinde yitmişlere has bir acı makam. Senin diz çöktüğü yerde dallar hışırdıyor, yaprak uğulduyor, yaban hayvanları ulumaya devam ediyor.

Sultanın sarayını Isfahan’a taşıma haberi sana da geliyor. Güç nerdeyse sen oradasın, sanatkârlar ancak sultan çevresinde sanatkâr olabilir çünkü. Sanat gücün gölgesinde büyür. Aç olanın sanatı da yoktur itibarı da. Parşömenlerini topluyorsun, at kılı fırçalarını, rengârenk şişelerini. Minyatür ustasısın nihayet, sermayeni deri bir çantaya doldurup yola çıkıyorsun. Önce ustana veda etmen gerek. Sokaklara koyuluyorsun. Rey artık dar geliyor sana. Sultan da yok artık. Şelçuklu’nun diğer şehirlerinden bir farkı kalmıyor Rey’in. Bir an evvel vedanı edip yola koyulmak istiyorsun. Isfahan seni bekliyor. Kapıyı ustanın halayığı açıyor. Su yeşili gözlerinden nehirler dökülüyor kızın. Ustaya veda, bir yerde ona da veda demek. Ama kalbinde bir oynama yok. Seviyorum belki diye geçiyor gönlünün bir yerlerinden. Uzak bir ses gibi gelip konuyor kıyına. Kalbin patırdanıyor ama önüne de geçemiyor. Ustanın ve kızın kalbinde bir yara olup gidiyorsun. Senden umudu büyük ikisinin de. Ustan seni sarayın baş nakkaşı olasın diye eğitmiş. Elini tuttuğu ilk günden beri ince ince işlemiş seni. Sultana takdim etmiş. Şimdi kendisi kolu kalkmaz dizi tutmaz bir ihtiyar. Isfahan’a gitmeyi gözü kesmiyor. Seni yolluyor yerine. Giderken eline, içi gümüş boya dolu bir cam şişe iliştiriyor. Bu şişe biter bitmez Rey’e dön, diyor. Ustana veda vaktini kaçırma. Şişeyi kaptığın gibi yola çıkıyorsun. Gözlerinden nehirler dökülen kız, bakakalıyor. Yürüyorsun ve şehri çıkıyorsun. Rey, ardında bir masal olup kalıyor.

Isfahan tüm imkanlarını seriyor ayaklarına. Saraya girip çıkıyorsun rahatça. Yeni taht şehri, devlete de sana da uğur getiriyor. Selçuk toprağı büyüyor, sen yükseliyorsun. Sarayın nakkaşları arasına giriyorsun. Sultan’ın huzuruna çıkıyorsun çok kez. Çinli ustaların, Acem ustaların, Uygurlu ustaların müjdesi olarak kuruluyorsun arz odasına. Sultan, arada başında dikilip nakşederken izliyor seni. Eskizlerin kara lekeleri örüyor etini, tırnaklarını. Rengarenk boyalar damlıyor alnının çatına. Çizdiğin her resimde bir dünya övgü yığılıyor karşına. Sultanın dedesini resmediyorsun bir gün. Koca bir cenk meydanı. Merhum sultanın elinde bir mızrak. Parmağındaki yüzük bakır renginde. Sultanın gözleri doluyor. Parmağındaki  yüzüğü çeviriyor. Bakır rengi. Omzuna dokunuyor sultan, ayağa kalkıyorsun. Hazırlan diyor, hazırlanıyorsun.

Kufe Dağı’nın eteklerine doğru yolculuk. Sultan, dağın gün yüzüne bir köşk inşa ettiriyor. Duvarları baştan sona nakış. Senden de merhum sultanın kâğıda yaptığın minyatürünü köşkün büyük salonuna işlemeni istiyor. Memnuniyetle kabul ediyorsun. Lâkin bu büyüklükte bir çizim için yanında malzeme yok. Isfahan’a malzeme almaya dönüyorsun. Askerlerle şehir yoluna koyuluyorsun. Şehri ikiye yaran Yaşayan Nehri besleyen büyük çaya varıyorsun. Üzerindeki köprü geceki fırtınada yıkılmış. Çay azgın bir su. Hava kararıyor. Askerlerden birisi belinden kalın bir sicim çıkarıyor. Kement yapıp suyun karşısındaki kayaya bağlıyor. Önce kendisi geçiyor sonra sırayla diğerleri. En son sana geliyor sıra. Halata tutunuyorsun. İki kolun da sıkıca kavrıyor sicimi. Ortasına kadar geliyorsun. Dere ayaklarının altında cehennem ağzı. Seni yutmak istiyor. Son hamleni yapacakken halatın sarılı olduğu kaya oynuyor yerinden. Önce sen düşüyorsun suya. Ardından kaya. Kırmızılar karışıyor çayın köpük köpük suyuna. Sağ yanına bir boşluk iniyor.

Gece vakti Rey’e dönüşünden seziyor ustan aksiliğin kokusunu. Kapıyı açan kıza işaret ediyor yalnız kalıyorsunuz. Elini deri çantana daldırıyorsun. Ustan boşalmış gümüş şişeye bakıyor. Bütün çantanı boşaltmanı istiyor. Ne var ne yok döküyorsun tek elinle. Merv işi parşömenin birini eline alıyor usta. Kandilin ışığına tutuyor kalitesini anlamak için. Kâğıtla konuşuyor, sen susuyorsun bütün kelimelerin uçmuş sanki. Ağlayacaksın gözünde yaş yok. Ustan diğer eliyle bir kamış kalem alıyor. Ucu bir iğne kalınlığında. Kağıdı önüne seriyor. Sol eline kamış kalemi veriyor. Huzuruna ilk diz çöktüğün günkü gibi. Yıllarca sağ kolunu saran sızı, bu defa kalan diğer koluna girmeye niyetli. Kandil sönene kadar çizgi çekiyorsun kağıtlara. Bittikçe yenisi seriliyor. Düz çizgilerin, eğik çizgilerin, halkaların arasında sabah ediyorsun. Sol tarafına bir anlam yayılıyor. Doğum lekesi bir yılan olup oynuyor. Boşlukların doluyor.

Isfahan’dan döneli üç hafta olmuş. Kalan elin artık yalnız çizgiler çizmeyi aşmış, eskizler çıkarıyorsun. Sol eline bir maharet eczası yayılıyor. Sağ elinin üç yılda aldığı yolu üç haftada alıyor.  Beni ise o gece karnıma giren sancı uyandırıyor. Karnıma bir kamış kalem sesi yayılıyor. Gözlerim kapalı, kandilde yanan kokuyu alıyorum. Kara mürekkepten çizdiğin başıma deli gibi bir ağrı saplanıyor. Zor bela açıyorum gözümü. Gözümü açtığımda seni karşımda buluyorum. Ağırlığını sağ bacağının üzerine vermiş, yukarı kaldırdığın sol dizine dayanak yaptığın tek elinle rahlenin başındasın. Elin sağa sola çok küçük, yalnız çok özenli hamleler yapıyor. Elinin üstündeki doğum lekesi, her hamlede bir yılan gibi uzayıp kıvrılıyor. Ben olduğum kâğıttan başımı kaldırıp seni izliyorum. Sol elinle yaptığın fakat yarım bıraktığın ilk insan resmi olarak bak diyorum bana. Ben de eksiğim. Tamam olayım.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir