Öyle güzel yoktun ki evde
Öyle güz
Etrafımda kurşun yüklü kalabalıklar,
kabzası buz tutmuş, hırsım taşa sürtmüş toynak.
Kaçırdım kendimi, çaldım sana getirdim
keçilerden süt, ilkyazdan heves, allı pullu bir ayrılık.
Kafam bi dünya, kafam biçimli güzel, kafam to be or not to be.
Kafan kafamın içinde ayrı bir
tam da bağımsızlık gününde.
bir durmadın ki
ancak o kadar güzel.
Geçip gitti çivit mavisi,
sorsan söylerdim,
sorsan bin yıllık medeniyet tarihini, trigonometriyi, halkların kardeşliğini.
Kardeş olmayalım istersen.
Şimdi ben
şu ağlayan çocukla bir miyim,
şu ötede duran herifle, sokaktan gelip geçenle.
Ben yara mıyım, dert miyim, sebep miyim?
yok muyum şu duvarda
köşede asılı, evden uzakta, sürgünde
öyle el miyim?
Yüreğim ağzımda kapına geldiğimde
öyle güzel yoktun ki evde
tüm ihtimallere güvendim.
O köşede kedilerle göz göze:
Abi, gelir üzülme, can abim üzülme
bi ciğer parası atsan kardeşine
Mesela sabır, annemin gerdanlığıydı
sıcak suda bekletmekti papatyaları
beklemek ihtimaller doğurdu.
Ben, kediler ve ihtimaller
aynı köşede.
Şu köşe yaz köşesi, bu köşe güz
bu köşe Fuzuli’nin yok olduğu
ser-i kuy-i yâr, gûşe-i dil. *
Senin esrik telafuzun,
senin Fransız, senin Gürcü, senin Fars aksanın
Mohsen’in Kurtanidze’si.
*Yarin sokağının başı, kalbin köşesi.
Öyle güzel yoktun ki
Ben şükrettim diğer bütün şeylere
Kapından üç şarkı ötede bindiğin
kim olduğunu bilmekten aciz bir trendesin
beş şarkıdan sonra kalabalık
Mümkünlerin en kötüsünde bile
değişmeyecek bir bütün,
saatin sol kolunda ve cama dayalı başın iç ülke.
başın başımın içinde
bir referandum arifesinde.
Altıncı şarkıda Pallet: to âteş baş u perpa şo
be serta pay-i şiiri men*
*bir kıvılcımınla ateşe ver, tüm şiirlerimi.
Boynundan büyük çantası
şu mavi gocuklu çocukla.
Yağmur yağanda, yanına çöküyorum,
altı yaşında olunca
insan ne kadar korkunç, evler ne kadar yüce.
İçimde, annesi geç kalan çocuklarla
aynı endişe.
Tren, mecburiyetlere demirlediğinde
Durman gereken yerde, yapman gereken şeyi.
Sevmediğimiz hayatları sevmeye çalışıyoruz,
sevmediğin adamlar, seviyor seni
beni sevmediğim kadınlar.
Çay istediğin halde sürekli kahve
fincanlar kırmızı, şekerler nemli.
Gün boyu her defasında
düşmekten yana endişen,
gözlerin vaktinden önce yaşlanmış, ellerin sırma köşk.
Sende kötü sonlar, olmayacak işler yok
yokların içinde en çok
kaybetmekten korkmanın korkusu
ben, düşmediğin uçurumun dibinde*
*Bende yok sabr- ü sükûn / sende vefadan zerre
Şu duvarın bittiği yer
yağmurun değmediği bu köşe
sokak denizinde kuru bir ada
dünyadan Karyipler’e giden
yaşlı amcaların nefeslendiği
göğe bakma.
Islak kek kokulu çocuk
yağmurda saçlarından şampuan kokusu yayılan kız
karşı fırının karşısı
çay getirmekten usanan çırak.
Sokağın dün yabancı, bugün tanıdık
her köşesi.
Öyle çoktun ki
öyle düz.
Böyle iyi
böyle arsız hava, kararsız yağmur,
kapalı kapın, açık kalan penceren
dalgınlığın.
Böyle iyi
Bir rutinin parçasıymış gibi sen
dönerken aynı trenle
ben ve Marquez
alzaymırdan hemen önce
en olmayacak gerçeklikle
bu köşede.
Sokulup yamacıma
kutsal bir metinden okur gibi usulca:
Kapılara aldırma, diyor
kalbin aynası pencereler.
Üç şarkıdan sonra bir koltuk boşalıyor
komşu oluyorsun, pudra kokulu bir anneye,
dünya hızla ufalırken
camdan bakınca kalbin
küçük bir fesleğen.
Saatin sağ kolunda
ellerini koyacak yer bulamıyorsun.
Son şarkı bağırıyor kalbine
men rû-baz be-şeru eş begzâr*
*Beni yine en başa sar.
Yürürken
şemsiyesinden seken ahmakıslatan
gözlerin çivit, ellerin mevsimin en güzel tonu.
Uç uca ekli adımların
eve yaklaşıyorken
o son köşede.
Açılan sandık sayısı, af tasarısı, bağımsızlık bildirgesi…
Gözlerin bir balkon.
Duruyorsun
işte, dünyanın en güzel köşesi.
Kapanan şemsiye aramızdan çıkınca
yüz yüze
peltek bir tını süzüyor dudaklarından*
*Üşümüşsün, gelsene.
İlk yorum yapan siz olun