



İllüstratör Ali Miri, 1976’da Meşed’de (İran) doğdu. Çocukluğundan itibaren resim sanatıyla ilgilenmeye başladı. Kendini yetiştirdi ve on yedi yaşında ilk eseri basıldı. Çocuk kitapları, dergi, animasyon, reklam vb. alanlarda çizimler yaptı. Ali Miri, eserlerinde daha çok çocuklara ve çocuk dünyasına eğilmesi ile tanınıyor. Çocukluk hatıralarını resmettiği çalışmalarını bir araya getirerek kitap halinde yayımladı.
Fakirane: Eserleriniz ve bu eserlere yansıyan detaylar İran’da olduğu kadar Türkiye’de de karşılığını buluyor. Türkiye’de 80’li yıları anlatan bir TV dizisi var ve bu dizi bizi o yılların nostaljisine götürdü ama sizin çizimlerinizde anlattığınız yaşam tarzı, koşullar ve tüm detaylar açıkçası özelikle Anadolu’da yaşayan insanlara daha yakın gelecektir. Hatta kendi yaşadıkları ile neredeyse aynı.80’li yılları düşünürsek aynı dönemde, aynı şartlarda ve aynı yaşam tarzında yaşayan İran ve Türk toplumu hakkında neler söyleyebilirsiniz.
Ali Miri: Ben bu konunun uzmanı değilim ve bir illüstratör olarak amacım iki ülke arasında eserler oluşturmak ya da ortak hatıralar tanımlamak değildi ama normal bir insan olarak söyleyebilirim ki iki komşu olarak birbirimizin hayatının benzer olması garip bir şey değil. Şöyle söyleyeyim, eğer siyasi sınırları bir dakikalığına kaldırırsak yine insanların yaşadığını ve birbirini etkilediğini görürüz. Kültürün çoğu değiş tokuş edilir. Bizim dinimiz aynı, hava durumumuz da benzer; din ve iklim insanların giyim tarzında çok önemli bir rol oynamaktadır. Bir çizgi çizilip ve çizginin bu tarafındaki insanların belli bir şekilde yaşaması gerektiğini ve diğer tarafındaki insanların hayatının çok farkı olması gerektiği söylenmemiş, yok öyle bir şey değil. Ve zamanda geriye gittiğimizde bu benzerliklerin daha da çok olduğunu görüyoruz çünkü kapitalizm ve tüketim dünyası çok fazla gelişmemişti ve bizim saf kültürümüzü değiştirmeye zorlamamıştı.
2. Fakirane: Eserlerinizde olan bütün şeyleri yaşadınız mi? Siz benimle aynı jenerasyonda yaşıyordunuz ve bizim mesela havuzumuz yoktu ama okulumuz çizimlerinizdeki gibiydi ya da apartmanda yaşadığım için büyüklerle yaşamadım veya çok az yaşadım. Kalorifer olduğu için soba çok az gördüm ama savaşı gördüm, o korkunç zamanı yaşadım.
Ali Miri: Evet, bunlar benim kendi deneyimlerim ve amacım kendi anılarımı çizmekti, hiç nostaljik bir görüntü yapmak istemedim. Kitabımda ya da İnstagram sayfamda gördüğünüz bütün eserler kendi anılarımdır. Çocukken büyük ve avlusu olan bir evde yaşama şansım vardı. Ve sahip olduğum en büyük nimet, doğayla olan büyük bağımdı. Ben küçük bir çocuk olarak toprakla oynayabilirdim, ağaçlara tırmanma fırsatım vardı, evde hayvanlarım vardı. Havanın soğuk ve sıcak olduğunu hissetim. İzole bir dairede mahsur değildim. Yaratıcılığım da dâhil olmak üzere şu anda sahip olduğum birçok şeyde doğayla olan bağlantımın etkisi vardır. Bir gün bir çocuğum daha olursa mutlaka uzun süre toprakta oynamasına, ağaca tırmanmasına ve hayvanlar ile ilgilenmesine izin vereceğim. Çünkü bu şeyler insan ruhunun bir parçasını büyütüyor ve bunlar apartmanlarda olmaz. Hangisinin daha iyi hangisinin daha kötü olduğunu karşılaştırmak ve söylemek istemiyorum. Ama kesinlikle apartmanlarda hayatımızın bir kısmı ihmal ediliyor. Ben ağacın yarasını fark ettim, bitkinin hastalandığını gördüm, uzun zamandır bir ağaçta kendime küçük bir yer ayırmıştım ve orada uyudum. İncir ağacın kokusu bana güzel bir his veriyordu ki hiç bir şeyle kıyaslamam. Genelde eseflendiğim için çok şey var ama en büyüklerinden biri bu tür bir yaşamla doğadan kopmamız ve bazen buna hiç ihtiyaç duymadığımızdır. Siz benimle aynı kuşaktan biri olarak ne dediğimi anlayabilirsiniz ama bugünkü çocuklar bunu anlamıyor. Çünkü sadece “bit” ve “bayt”larla ilgileniyorlar.
Fakirane: Çizimlerinizde aynı zamanda masalsı bir atmosferin izlerini de görüyoruz. Sıkıntılı ve zor denilebilecek yılları, sevimli ve hoş bir şekilde çiziyorsunuz. Çocukluğunuz gerçekten böyle hoş ve sevimli miydi, yoksa siz şimdi o dönemi anlatırken (çizerken) bunu masalsı bir hale mi getiriyorsunuz?
Ali Miri: Bakın bu çok önemli bir sorudur. Ben yıllardır bu işi yapıyorum ve bir itirafta bulunmak istiyorum. Bilim, geçmişle iletişim kurarak pozitif enerji almanın ve yaşam beklentisini yüzde on beşe kadar artırdığını ve insanlarda intihar olasılığını azalttığını söylüyor. Ben de bu alanda çalışmaktan mutluydum. Ama şimdi değilim ve geçmişin şimdiden daha iyi olduğunun yanılgısını yaratabileceğimden biraz endişeleniyorum. Geçmiş, şimdiki zamanla karşılaştırılamaz. Geçmişte olan bazı şeyler iyi, bazı şeyler kötüdür. Zaman geçince geçmişteki bazı acılar aklımızdan siliniyor ya da kayboluyor ve bu dünyanın her yerinde oluyor, belli bir ülkeye ait değil. Anılar gerçektir, ancak belirli bir anda, o anıları hatırlayarak hissettiğimiz duygu zihnimiz tarafından üretilir ve gerçek değildir. Örneğin, annemin yanında dururken dondurmam yere düştüğü için ağladığım eski bir fotoğrafıma bakıyorum; çok küçük olduğum ve annem çok genç olduğu için bu fotoğraf bana çok güzel ve şirin gelebilir. Ve bana güzel bir his verebilir hâlbuki o zaman hissettiğim şey dondurmamın düşmesi nedeniyle duyduğum üzüntüydü ve hiç güzel değildi. Şimdiki hislerimiz geçmiş hislerimizden aynı değil, geçmişe baktığımızda ve bize güzel bir duygu hissettirdiğinde “Geçmiş şimdiden daha güzeldir.” diye bir cümle kurmak hatadır. Ben İnsanların şimdiyi yaşamak yerine geçmişte kalmasına neden olacağımdan endişe duyuyorum. Ben geçmişe dönmeye hiç hazır değilim çünkü hayatım bugünde. Bugün ben yarın biçeceğim şeyleri ektim, geri dönmek istediğim insanları kaybettim ama geçmişe dönmek benim için hoş bir şey. Yirmi yıl sonra bu günlerimizi özleyeceğiz. Mesela, mutlaka “Ah ne güzel, ben bir gün bir dergiye röportaj verdim.” diyeceğim, nostaljinin özü budur. İyi ve güvenli bir hayatım vardı. Çevremdekiler bana güzel bir hayat sağladı ama geçmişti ve kötüleri de vardı. Savaş vardı. Ben çocukken televizyonda savaş sahneleri izledim. Şimdi Ali Miri olarak bağımsız bir kitap, çok acı hatıralarla ve herkesi üzen bir kitap çizebilirim. Hayat acıların ve tatlı şeylerin toplamıdır, eğer zihnimizde hayali ve imkânsız bir hayat yaratmaz ve onu gerçekleştirmeyi de beklemezsek genel olarak hayat güzeldir.
Fakirane: Türkiye’de eserleriniz büyük ilgi gördü. Bu ilgi sizi şaşırttı mı? Sizce sanat, Türkiye ve İran gibi komşu iki toplumun iletişim kurmasında ve karşılıklı ön yargıların giderilmesin de bir araç olabilir mi?
Ali Miri: Çok ilginçti ama şaşırtıcı değildi çünkü ben Türkiye’deyken kalabalık bir sokakta yürüyünce kıyafetlere ve yüzlere baktığım zamanda gerçekten bazılarının İranlı mı Türk mü olduğunu ayırt edemiyordum. Giyimleri, davranışları çok benziyordu. Ama komşu bir ülkenin eserlerimle bağlantılı olması bana çok çekici geldi. Mısır ve Lübnan gibi Arap ülkelerinden, Irak’tan, Filistin’den, Kuzey Afrika, Fas, Cezayir’den ve Pakistan, Afganistan gibi diğer komşu ülkelerden aynı dinden insanlardan mesajlar alıyorum ve bu benim için anlaşılır ve etkileyici.
Ama Meksika’dan, Brezilya’dan, Endonezya’dan, Malezya’dan, Hindistan’dan mesaj aldığımı düşünün, Brezilya’dan ilk teşekkür mesajı aldığımda, belki mesajı gönderen kişi Brezilya’ya göç etmiş bir İranlı’dır, diye düşündüm ama böyle değildi; bu beni şaşırttı çünkü bizim hiç bir şeyimiz benzer değil. Ve sanatın marjinalleştirilmesine rağmen, bir İranlı olarak izleyicilerime ne kadar kardeş olduğumuzu, ne kadar benzer ve yakın olduğumuzu söyleyebildiğim bir dünyada yaşamaktan mutluyum. Ve aramızda fark yaratan bu garip siyasi ve dini çizgileri ve sınırları yönetebiliriz. Ne yazık ki siyaset ve ekonomi dünyası gibi sanatın dışındaki alan bize hiç izin vermiyor çünkü onlar, insanların ayırılmasında kendileri için fayda görüyor. Farklılık yoksa dünya ekonomisi uyur. Sanat bu konuda çok aşkın bir konuma sahip ama sanatın sözleri hiçbir yere ulaşmıyor ve bir dekorasyon ve sınır olarak kullanılıyor. Umarım bir gün sanatla bizim insan olduğumuzu ve çok benzer olduğumuzu ve şansızlık sonucu ayrıldığımızı söyleyebiliriz.
Fakirane: Eserlerinizde çok başarılı detaylarla aynı resimde birçok şeyi anlatabiliyorsunuz. Bir eserde kompozisyon oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
Ali Miri: Görünüşe göre bu benim resimlerimin bir özelliği ve kendim bilmiyordum, hayatımın beşinci onuncu yılında insanların görüşlerinin ne kadar farklı olabileceğini yeni fark ettim. Herkesin resmin detaylarını çok iyi hatırladığını sanıyordum ama görünüşe göre öyle değil. Doğuştan görsel bir insanım, pek iyi konuşamıyorum ama çok iyi hayal edebiliyor ve çizebiliyorum .Çok iyi bir görsel hafızam var. Şimdi sizinle konuşurken önce sözlerimi görselde görüyorum sonra çeviriyorum ve anlatıyorum, siz kaydet diyorsunuz. Bence çocukken başlayan çoğu illüstratör böyle. Size bir örnek vermek istersem, çocuklar ailede kullanılan kelimeleri hatırlamasıdır. Böylece anadillerini öğreniyorlar, anadilinizi Türkçe mi yoksa Farsça mı öğrendiniz diye sorsam, onu duyduğunuzu, zihnime kaydettiğinizi ve doğru zamanda kullandığınızı söyleyeceksiniz. Ben resimlerde böyleyim. Mesela, köşesinde vazosu olan bir odada ya da duvarında resim çerçevesi olan bir odada yaşasam, bunların hepsi aklımda kalır. Başkaları da unutmuyor yoksa benim eserimi görünce “Aaa bizim evimizde aynı halılar aynı perdeler vardı.” demezlerdi. Bu yanı onların zihinlerinde var. Bir nokta daha eklemek istiyorum, genellikle bir oda çizmek istiyorum, örneğin çizerken aklımı ve hatıralarımı kullanıyorum ve çizerken düşünüyorum ve detay ekliyorum ve detayları en baştan çizmeye karar vermiyorum. Mesela Bir an için kırık pencere camını veya bir ısıtıcı borusunun şeklini akılıma gelir ve en başta bunları hatırlamayabilirim.
Fakirane: İran’da belirli kısıtlamalara rağmen sanat alanında önemli işler yapıldığını görüyoruz. Özellikle resim, sinema, müzik gibi alanlarda dünya çapında sanatçılar yetişti. Yasaklar ve kısıtlamalar sizce sanatı nasıl etkiliyor?
Ali Miri: Kısıtlamalar var evet ve bu da sanatçıları daha yaratıcı kılıyor. Bir toplumu susturup nasıl düşüneceğini söyleyemezsiniz. Düşüncelerini sunmamasını söyleyebilirsiniz ve eğer teklif ederseniz ağır bir bedel ödersiniz ama düşünmemesini söyleyemezsiniz. Ve bu İran’da, var. Bence her yerde var ama farklı seviyelerde. Benim eserlerim ulusal olduğu için çok fazla kısıtlama olmadı ve bunlarda siyasi, ahlak dışı veya hassas bir konu yoktu. Ben sadece eserlerimdeki kadınların gerçek olmasını istedim. İran’ın başörtüsü olmayan kadınların fotoğraflarını evde bile duvara asması konusunda kısıtlamalar ve sorunlar var. Ben eğer başörtüsüyle kendi evinde oturan ve çocuğunu uyutan bir kadın çizsem mantıksız olur. Her şeyin gerçek olmasını istedim mesela anneannem hem evde hem de dışarıda başını örterdi. Tesettür meselesi değildi, böyleydi; herhalde, birçok yaşlı kadın da böyleydi. Ben de anneannemi hep başörtüsüyle çizdim ama annem öyle değildi. Evde başörtüsü takmadı, ancak geleneksel ve dini inançları nedeniyle dışarıda takıyordu. Bu yüzden onu evde başörtüsüz çizdim. Kitabımı yayınlamak için bakanlığa çok gittim. Ve sonunda, neyse ki buna izin verdiler ve kitabım minimum sansürle ve konuya minimum zararla yayınlandı. Ne var ki göz erkekler ve kadınlar arasında göz ardı edilemez ilişkiler var, kadınların vücudu var, saçları vardır, insanlar âşık olur ve bunlar inkâr edilemez. Engellenirse bir yerden, tabiri caizse bodrumdan çıkacak, tıpkı bodrumda çalışan ve çok başarılı eserler sunan çok başarılı şarkıcılarımız olduğu gibi. Bir sanatçının sözleri yanlış olabilir ama yine de söylemeli, sözlerinin yanlış olduğuna halk karar vermeli ya da başka bir sanatçı kendi eseriyle onun sözlerinin yanlış olduğunu göstermeli. İnsanın özgürlüğü ondan alınırsa başka bir şekilde onu elde eder.
Fakirane: Yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret ettiniz, İstanbul dışından başka bir şehri görme fırsatınız oldu mu? Genel olarak Türkiye hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Ali Miri: Türkiye’ye iki seyahatim oldu, ilki turistik bir geziydi ve eşim, oğlum ve kızımlaydı. İkincisine bir hafta önce iş gezisi olarak geldim ve çok kısa sürdü.
Her iki gezinin de hedefi İstanbul’du ama Noel’de ailemle daha uzun bir süre Türkiye’ye gitmeyi planlıyorum ve gideceğim yer İstanbul olmayacak. Türkiye’deki diğer şehirleri görmeyi planlıyorum, İstanbul’un kalabalık atmosferinden biraz uzaklaşmak istediğim için. İstanbul’un çok güzel bir şehir olduğunu düşünmeme rağmen ve ben onu çok sevmeme rağmen, İstanbul’u görerek tüm Türkiye ülkesi hakkında yorum yapmak biraz acımasız olur diye düşünüyorum. Türkiye’nin de İran gibi pek çok güzel mekânları var ve nasıl sadece bir veya iki İran şehrini görerek İran’ın tamamı hakkında yorum yapılmasından hoşlanmıyorsam Türkiye hakkında da yorum yapmamayı tercih ediyorum. Çok sevimli bir ülke, ben renkleri ve doğayı seven bir sanatçı olarak insanları, havası ve bitkileri çok seviyorum ve umarım bu ülkeye daha fazla gezi yapabilirim.
Fakirane: Sorularımızı içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.
Ali Miri: Size ve ekibinize çok teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum.
İlk yorum yapan siz olun