Ali’nin bu dünyadaki vazifesi, adı konulmamış anların bekçiliğini yapmaktı. Orada öylece kalacak, ne bir adım gelecek ne bir adım gidecekti. İşte tam da şimdi olur, denildiğinde vazgeçilen anlarda kalıyordu Ali. Bir eşikten içeri adımını atacak zaman çalan beklenmedik bir telefon oluyor, bazen iyi bazen kötü haberler veriyordu. Kötü haberler beklerken birden beliren umut oluyor. Ve sonra en mutlu anlarda akla takılan şüphe görevini üstleniyordu. Ali vazifesini ciddiye alıyor, biri bu ramak hâllere bekçilik etmezse kaçacaklarını biliyordu. Aksi hâlde suçlusu olmayacak, sebep olanı olmayacaktı. İnsanın gözü daima kendinden başka bir suçlu arıyordu.
Ali kalsın. Şimdi her nerdeyse orda kalsın. Beraber olunamayan yerlere gözcülük etsin. Banklarda oturup bankalarda uyusun. Şahit olsun da şahit tutulmasın. Ali kötü adamların eline geçmesin. Bu yüce güç keşfedilmemekle gizini korusun. Ben ona Ali diyeyim, siz bilmemem gereken şekilde hitap edersiniz. Ali’nin güvenlik kabininde kendine ait ufak bir alanı vardı. Yerini devrettiği bekçiyle kısa zamanda bir düzen oturtmuşlardı. İki tahta parçasıyla yaptığı ufak raf kitaplarını, fincanlarını ve mızıkasını rahatlıkla taşıyordu. Aşçı olmayı istediği hâlde bekçilik yapan nöbet arkadaşı, arada jestler yapıyor maharetini konuşturuyordu. Ali nöbet sırasını devrettiği zaman bir süre gözden kaybolurdu. Gitmezse gelemezdi.
Ali gelsin. Vefalı olduğumdan yahut vaatlerim olduğundan değil. Benim kütüphanemde onun altını çizdiği cümleler var. Şarkı listemde güz var, kış var, bahar var, yaz var. Sendelediğimde bir avuç dalgınlığım var. Hiç değilse bu bile işini görmez mi? Alsın bu bendeki dalgınlığı, kaygılı insanların yüreğine serpsin. Çünkü Ali, senin yüce gücün benim tüm dalgınlıklarımdan, sendelemelerimden, tutmayan tahminlerimden daha kuvvetli. Uyuyakaldığım kanepede düşümde yuvarlanırken ancak sen tutabilirsin beni. Birden olduğunu zannettiğim ne varsa, birden olmadığını gösteren film şeritlerini sen doldur.
Boşluk Ali! Boşluk ne korkunç, hiçin siyah göğünü mızıkanla kaçır. Yasaklı sözler gibi alnımıza yazılan anarşik fikirleri yine sen sil. Sonra sevmediğimiz halde müzik listemizde duran fakat silmeye elimizin gitmediği şarkıları da en güzel sen silersin. Elin boş dönmez yenilerini getirirsin. Hilâl, dolduğunda. Halesi çekilince ay/dınlıkta aynı anı paylaşırız. Yıldızlı göklerde, kaymayı bekleyen yıldızlara nöbetçilik edersin. Kayan yıldıza tutunup, tutulan dileklerde ilk cümle telaşına şahit olan sensin. Dilekle dua aynı şey mi Ali? İkisinin de sonu âmin diye mi bitiyor?
Sehl-i mümteni anların bekçisi. Henüz resmî olarak görev almasa da maaş bağlanmasa da nöbete başlamıştı. Sinir bozucu sessizliklerde gerilen ipin ucu Ali’nin elinde, devrilen çamların baltalayıcısı yine ta kendisi oluyordu. Husumetler arası basılan bam teli Ali’nin sesi. Ali’nin sesi, ilk iftarda okunan ezandı. Ali, geçmişte öpülen pamuk ellerin tedirgin bekçisiydi. En çok sevabı kovalayan ilk safta ellerini bağlayan da acele işi olması sebebiyle uydurduğu bahane içine sinmeyen, son safta yerini alan da yine Ali oluyordu. “Tükenmez kalem”e bu ismi verene sitem eden lakin kalemden çok yürek tüketen Ali. Yazısı eğri büğrü diye çekinip şiirlerini saklayan Ali. Sesi gür olduğu hâlde, işine gelmeyen doğruları çığırmakta geciken, ortam kızıştıktan hemen sonra doktorlara mahsus kalabalığı yaran kollarıyla, ilk müdahaleyi yapan Ali. Sabah kalkmayı sırf gün içinde işi var diye erteleyen “geçen gün ömürdendir” diyen Ali. Sorgulanması bile suç sayılan dogmatik ne varsa geleneksel sebeplere bağlayan Ali.
Tam casus olacakken hafiye ithamı ağır gelince Ali mesleği bıraktı. Ardından uzun süre sınavlara hazırlanıp bol bol test çözen ve beş şık arasında kaldığı için uzunca paragrafları, yorum sorularını, bilhassa öncülü testleri bir türlü kabul edemiyordu. Oysa problemler ne de kolaydı, formüle uydurulduğu takdirde itaatkârlardı. Barajı geçemedi ilk denemesinde. Sonraki girişinde apar topar ve beklentisiz girmişti sınava. Kapı tarafına yakın bir sırada oturup, sınavını bitirenlerin gözünün son değdiği rakip oldu Ali. Sınıftan çıkanlar, kalanlara acır gibi bakıyorlardı. Sonunda ÖSYM’nin Ali’ye verdiği yetkiyle, boyu polisliğe yettiği hâlde, boyundan büyük işlere kalkıştığı için “Adı konulmamış anların bekçisi” seçildi. Psikoloji’ de bir duygu durumundan o anda sıyrılmaya ne deniyordu Ali?
“Hayalimde daha önce çok insan öldürmüş olduğum için bu son ölümler beni fazla sarsmadı.” Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken sarf ettiği sözleri duyup kulak asmadın. Ama insanlar senin gibi değil Ali. İnsanlar asıyor, ibreti âlem için. İdam edilecek zaman kürsüye çıkarılan, mahkûm seyircisi ne düşünüyor dersin? Bak o ölüyor, bense hâlâ hayattayım. Gizli, sinsi kıvrak bir yılan gibi aralarında dolaşan bu hisse ne denir peki? Seyirci kaldığımız haksızlıklara, gişe izni olmadan şahit olmamıza ne isim koymalı? Adı konulmuş dertlerimiz kutlu olsun Ali.
Sen isim bulma konusuna çalış. Bekçilikten sonra bakarsın terfi ederler seni. Mevzuata uygun olsun her şey, formaliteler atlanmasın. Samimiyet namına bir köşe tutulursa derhal “güdü” nakli yapılsın. Görev bilinciyle uyu Ali. Rüyanda an bozucu mızıkanla geceyi teftiş et. Biten koyunlara takviye yap. Kaybolan çorap teklerini bul. Görülen rüyaları uyanmadan hafızalardan sil Ali. En olmadık yerde dejavu diye çıkart karşımıza rüyaları. Ünsiyet kuramadan, par tutuş tanışalım onlarla. Boyunu bosunu kimse tarif edemesin, huyunu suyunu bilenleri hep şaşırt. Rağmen kabul edelim seni Ali. Şu hayatı gitmelere rağmen, bitmelere rağmen seviyoruz. İnsan, sevdiğini kabul eder. Her gördüğümüzde biraz daha değiş, seni her defasında yeniden tanıyalım. Üniforman mesela tek renkten ibaret olmasın. Apoletlerinde gökten yıldızlar olsun. Mızıkanı dudaklarına değdirdiğinde kimine korku, kimine güven verirsin. Tanıyalım seni ama her defasında. Her tanıdık iyi midir Ali?
Sonunu bildiğimiz heveslerin semtinden geçerken mızıkandan bir yakarış yükseldi. Bir felaketin daha önüne geçen sesle birlikte, tüm tedbirler kapsamında gerçekleştirdiğin gece devriyesi son buldu. Semt senfonisine seni koro şefi seçiyoruz Ali, terfi ettin.
Sonunda buldum.