Röportaj
Abdulkadir Üstündağ: Günümüz şairleri için sıklıkla politik duruşlarını ifade etmekte cesur olmadıkları ve eserlerinde bu durumu işlemekten kaçındıkları yönünde eleştiriler malumunuzdur. Siz bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz ve sizin şiirleriniz bu eleştiri çizgisinde tam olarak nerede duruyor?
Hasan Bozdaş: Aslında son yirmi yılda Türkiye siyaseti pek çok gömlek değiştirdi. Liberal tavırlar, OHAL dönemi, Gezi olayları, darbe girişimi, muhafazakâr-milliyetçi siyaset dili, sınır dışı harekâtları, mülteci akını, ekonomik istikrar ve istikrarsızlık, Arap Baharının yansımaları ve daha pek çok şey… Bırakın sokağı, evlerin gündem maddeleri dahi politik kaygılar iken şairlerin bundan etkilenmemesi imkân dâhilinde değil. Kişisel anlamda birçok şair, bir politik duruşun da temsilcisi oldu, bunun tanığıyız. Ama bunun şiire yansımasının zayıf olduğu konusuna katılırım, yani politik şiirin polit şairden nicel anlamda az olması bir vakıadır. Bunun arka planında tabi ki kaygı ve korkular demeti bulunuyor ki, bir nevi oto sansürden bahsedilebilir. Ben, insana dair olan her şeyin şiirin malzemesi ve şairin konuştuğu olması gerektiğine inanıyorum. Fakat bu malzemeler işlenirken, şiir şiirden başka bir forma dönüşüyorsa buna itiraz ederim. Bu anlamda hukuk, siyaset ve güncel benim şiirlerimin malzemeleridir, eleştirilerimi şiirlerimle de yapma uğraşındayım. Bunu politik bir duruş bağlamında değil, insani ve ahlaki bir duruş anlamında kurmaya çalışıyorum. Burada Ali Ayçil’in şu dizesini anımsatmak isterim. “Biz düşerken/ Gülden bahseden şairler de vardı.”Bu anlamda 1980’ler şiiri ve sonrasında şiir ve politika konusunda ciddi bir kırılma yaşandı, şiir içe döndü, bireyselleşti, politikacı şairler dahi politik şiirlerden imtina ettiler, bu da şiiri çok dar bir alana, bireysellik kapsülüne hapsetti.
Abdulkadir Üstündağ: Şiirlerinizde yöneltilen sorular çoğunlukla karşıdan cevap almak niyeti ile sorulmuyor, yine şair kendi cevaplaması için kendisine sorulmasını talep ediyor. Böyle bir anlatı tekniği benimsemenizin gayesi nedir?
Hasan Bozdaş: Şiir benim düşünme biçimim, bundan eksik veya fazlası değil.Bu yüzden hep bir monolog şeklinde kurgular ve bilinçakışını yansıtması için çabalarım. Bir tiyatral metnin atmosferine giriyor gibi, ki bununla muhtemelen öğrencilik yıllarımda tiyatro ile çok fazla içli dışlı olmamın ilgisi var, boşluğa okur ve tepki beklerim, o tepkiyi alır ve boşlukla diyalog kurarım, tüm bunların sonucunda yine aslında sadece şiirin düşünme şeklim olduğunu anlarım. Bu sorular, cevabını bildiğim, cevabını saklamak istemediğim sorular. Biçimsel anlamda bir diyalog uğraşısında olsam da, metin anlamında kendi kaygıma ortaklar arıyorum, bu yüzden bir tiyatro sahnesinden boş sandalyelere konuşuyorum.
Abdulkadir Üstündağ: Bir önceki soru ile bağlantılı olarak günümüz genç şairleri çoğunlukla şiirlerinde “ben” dilini tercih ediyor. Sizin şiirinizde de bu durumu görüyoruz. Günümüzde şairler tarafından sıklıkla tercih edilmesini, yaşadığımız çağ ile ilgili bir durum olarak mı görüyorsunuz yoksa farklı poetik gerekçelere mi bağlıyorsunuz?
Hasan Bozdaş:“Ben.” Bence de. Şiirimiz bir kül halinde ele alınacak olsa, geçmiş on yılda yazılan şiirlerde “ben”in söylediğinden fazlasını diğer tümde göremeyiz. Ben kendi gerekçemi açıkladım aslında, bilinçakışının hiç durmadığı bir metin tasarlıyorum, çoğunlukla otobiyografik referanslardır bunlar hatta şahsi epiktir ve bu beni zorunlu bir özne haline getiriyor. Politik de olsa, güncel de olsa, melal de olsa, bir otobiyografik metin var ortada ve ben öznesinden başkası konuşamaz gibi geliyor. Bununla birlikte, tanrısal bakıştan bencil bakışa geçen şairi doğuran koşulları da konuşabiliriz. Dışta küreselleşmenin ve içerde bireyselleşmenin, bir zihniyet olarak postmodernizmin, avangart olanın çekiciliğinin, deneysel olanın biricikliğinin ve daha pek çok etkenin dayattığı bir bakış açısı var, bu sanata da bencil bir yansıma sağlıyor. Yalnızlığın getirmiş olduğu bir bencillik de bu aynı zamanda. Çağ, kendini sunmaya ve benliği pazarlamaya uygun bir ortam oluşturuyor, sanatçı da varlığıyla söz konusu ortamı etkileme uğraşına giriyor. Yine, ben öznesi bu çağa bir tanım getirme arzusunda, çünkü son yirmi yılda insanlığın atmış olduğu adımlar belki de olağan süreçlerde yüzyıllara yayılabilecek gelişmelerdi. Buna tanık olmuş bir sanatçının kendi çağına seslenmesi ve şahsi destanını yazma arzusu makul karşılanabilir.
Abdulkadir Üstündağ: Kitaptaki şiirlerinizin muhtevasına baktığımızda; şiirlerin içeriği, kullanılan imgeler, kelime seçimi çağdaş terimler ile dile getirilse de şiirinin bağlı olduğu gelenek ve kültürel kodlar net şekilde okuyunca bize kendisini hissettiriyor. Yine günümüzde sıkça tartışılan bir konu olan bir şairin geçmiş ile rabıtası ne ölçüde ve hangi sınırlıklar içerisinde bu ilişki yürütülmelidir, sorusunu yöneltmek istiyorum.
Hasan Bozdaş: Ben sanatın yenilikle yürüyebileceğini düşünürüm ama yenilik, geleneği iyi bilenlerin mahsulüdür. İkinci Yeni’yi bugün modern şiirimizin temel taşlarından biri haline getiren olgu, aynı zamanda İkinci Yeni şairlerinin geleneğe çok iyi hâkim olmaları, dolayısıyla da sanat anlayışlarıyla geçmiş arasında bir bağlam kopukluğu olmamasıydı. Bugün şiire mal olmuş pek çok ismin mahareti de budur. Dil, faal bir araçtır; değişimi de dönüşümü de muhtemeldir ve çağlar dillerin evrimine tanıklık etmiştir. Burada sanatın misyonunda uzlaşılabilirse ve sanat eserinin muhtevasının ehemmiyeti anlaşılabilirse yani anlam ötelenmez ve dil bir amaç olmazsa; sözcüklerin, imgelerin çağın gerektirdiği şekilde ve şiirselliğe zarar vermeden dönüşmesi de bir handikap olarak ortaya çıkmaz. Bugün temel problem, şiir yazmakta kullandığımız araç olan dil, şiirin kendisinden sakınılarak bir amaç olarak anlaşılıyor. Dilin amaç olduğu bir sanat eserinin ömrü, dil ömrüncedir. Sanatçı, gelenek ve gelecek arasında bir köprü olmayı başarabilirse; o zaman bir sanat eserinin yerli yerine oturduğundan söz edilebilir.
Abdulkadir Üstündağ: Şiirlerinin içeriğinde yer yer kendini hissettiren devlet ile bir cidal söz konusudur. Böyle bir durumu Ece Ayhan’da da görmekteyiz. Peki, senin şiirlerinin devlet ile ilişkisi ile Ece Ayhan’ın şiirlerinde bulunan ilişki ile aynı minvalde mi yoksa çok farklı bir ilişki mi bu?
Hasan Bozdaş: Aslında Ece Ayhan’ın karşısında durduğu aygıt, devlet midir iktidar mıdır bu anlamda bir kanaate varmak gerek. Sivil Denemeler Kara’dan anladığım kadarıyla Ece Ayhan, aslında güce, gücün üzerine sindiği kitleye yani çoğalmanın erozyonuna karşıdır. Bu anlamda onun devlet olarak hedefine koyduğu meta, aslında iktidardır hatta iktidar ona göre kötülüktür. Yine Ece Ayhan’ın devlet ve iktidara bakışı ideolojik de bir altyapıdan kaynaklı belirlenmiştir. Bu anlamda bakış açımızın çok da örtüştüğü söylenemez. Benim karşıma aldığım şeyler uygulamalardır ve bunların insan temelli çözümünü teklif ediyorum. Bir düşmanlıktan ziyade, bir kırgınlık olarak değerlendirilebilir.
Abdulkadir Üstündağ: Hasan Bozdaş şiirinin içeriğinde uçmak, uçak ve havacılık kavramına ayrı bir parantez açmak gerek. Uçma merakın, günlük hayatında sürekli bir seyahat halinde olman ve bunun birçok şiirine yansıması… Şiirlerine kadar sirayet eden uçma tutkun ve şiirine konu olma serüveni hakkında biraz bahseder misin?
Hasan Bozdaş: Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak’taki bazı cümlelerini arkadaşlarıma,onlar anlamadan bana aitmiş gibi okuyabiliyorum. Ben o sözcüklerle tanıştığımda, zaten rüyalarında kendisini kanatlarıyla gören birisiydim ve Cahit Zarifoğlu ile aynı dağlara, aynı gökyüzüne ve aynı uçma dürtüsüne sahip olmak beni heyecanlandırmıştı. Bir insanı gökyüzüne bağlayan şey nedir bilmiyorum, ama hayretimi gökyüzü arttırıyor ve hayret, beni diri tutan bir olgu.Mesleğim sebebiyle yüzlerce kez yaptığım uçak yolculuklarına rağmen uçağa her bindiğimde, gökyüzünü ilk kez görüyormuş gibi hayret edebiliyorum, pilotlar farkında değil ama onlarla aynı anda sessiz komutlar veriyorum, uçaktaki tüm teknik sesleri tanımlayabiliyorum. İlk gençlikten sonra gerçek bir kuş olamayacağımı anladığımda, mekanik bir kuşun uçma yeteneklerini öğrenmeye heves edip simülatör eğitimleri almaya çalıştım. Bu da beni havacılığa gün geçtikçe bağlamaya başladı. Sohrab Sepehri, “Bir gün güneşin doğuşunu ve batışını görmemişsem o gün hüsrandaydım.” diyor günlüklerinde. Bence aynı yere bağlanıyor, hayret ve temaşa. Gökyüzüne ait olan her şey beni heyecanlandırıyor, renkler, tabiat kanunlarının izin verdiği kadar özgürlük ve neredeyse sınırsız bir bakış.
Abdulkadir Üstündağ: Son olarak genel bir soru sormak istiyorum. Türk şiirinin son on yılına bakıp kavramsal bir harita çıkarılmak istense ve sana sadece üç kavram ile ifade etmeni isteseler, bunlar hangi kavramlar olurdu ve neden o kavramlar?
Hasan Bozdaş: Bireysel, güncel ve klişe. Aslında verdiğim cevap, bu kavramsal haritayı yeterince tanımlayamayabilir ama son on yılın şiirinde ağırlıkla bireysel ve güncel bir şiir yazılmasına karşın ses kalabalığı içerisinde özgün bir frekans yakalamakta oldukça zorlanıldı, bu yüzden de muhtevaya rağmen ses, klişeden öteye geçemedi. Burada bireyseli açmak gerekecek olursa, haz ve melankoliden bahsedilebilir, sokağı anlatan şiir dahi bizim şiirimiz olamamıştır çünkü sokağa bakan pencereyi açacak güdü, kilitlenmesini sağlayan güdüden güçlü değildir. Güncel, neredeyse her şeyin şiire dahil edildiğine ilişkindir ve bu anlamda son on yılda şiirde işlenen konular bağlamında bir metastaz oluşturacak kadar zenginlik ve çeşitlilik olduğundan söz edilebilir. Klişe ise, özgün bir söyleyiş ve imgeleme gücüne ulaşılamadığını üzülerek ifadesidir.
İlk yorum yapan siz olun