- Veysel merhaba. Fakirane’ye hoşgeldin. Yeni kitabın, ilk romanın Adına Romanlar hayırlı olsun. Hemen sorulara geçmek istiyorum. Kitap her ne kadar bir intihar vakası üzerine odaklansa da aslında baştan sona bir edebiyat romanı. Edebiyatın kendisini işleyen kitapların genellikle didaktik ve yapay bir his bırakma riski var. Fakat sen bunu aşmış görünüyorsun. Zira saydığım bu risklerle kitabında hiç karşılaşmadım desem yeri. Bunun dengesini nasıl sağladın?
Merhaba. Hoş buldum. Fakirane hep hoştur zaten.
Bu güzel değerlendirmeler için teşekkür ederim. Romanı yazma sürecinde zihnimde benim okumak isteyeceğim, sevebileceğim bir roman nasıl olurdu sorusu dolandı durdu. Kurguya eklemeler yaparken, karakterlerin kişiliklerini belirlerken bu ölçüyü tutturmaya çalıştığımı söylemeliyim. Kitabın içinde yer alan edebiyat ile ilgili terimler; okuduğumuz kitaplarda, arkadaş sohbetlerinde konuştuğumuz, üzerinde durduğumuz meselelerdi aslında. Bu terimleri bir romanda nasıl kullanırsınız sorusu önemli bir yer tutuyor. Burada asıl mesele sanırım bunları öğretmek için yazmamak.
Bir dostla buluşmaya bir şeyler öğrenmek için gitmeyiz, oysa gündemimizi belirleyen, zihnimizde en çok iz bırakan o sohbette duyduklarımızdır. Adına Romanlar’da da bahsedilen her bir kavram, anlatılan olayın içinde geçen, hatta olayı kavramamıza yarayan unsurlar. Eğer tüm bunların romanda yapaylığa düşmeden aktarıldığını söylüyorsan, yapmak istediğim şeyi başarmanın mutluluğunu yaşamalıyım.
- Romanda birçok postmodern teknik bulunuyor. Üstkurmaca, metinlerarasılık, zamansal bozma vs. Romanı etkin ve okur nezdinde keyifli kılan bu unsurlar genelde yazarı zorlar. Bu hususu aşarken zorlandın mı?
Aslında okuyucu için keyifli olanın yazar için de oldukça keyifli olduğunu söylemek isterim. Zira Adına Romanlar’da kullandığım bu unsurların, okurun zihninden nasıl bir etki bırakacağını düşünürken bile keyiflendiğimi hatırlıyorum. Benim kurduğum bağlantıları onların da fark ettikleri o anların aramızda bir bağ oluşturduğu kanaatindeyim.
Elbette “üstkurmaca” veya “dairesel zaman” gibi teknikleri kullanırken bunları romanın içinde bir bütün olarak sunabilmenin zorluğunu yaşadığımı da eklemeliyim. Nihayetinde benim zihin dünyamda ayrıntıları belli olan bir kurgunun okuyucunun dimağında nasıl bir etki bırakacağını bilmiyordum. Onlara bunları aktarırken işin gizemini bozmadan neler yapabileceğimi uzun uzun düşündüğümü, bu düşünceyle romana eklemeler yaptığım veya romandan bazı bölümleri çıkardığım çok olmuştur.
- Dile özellikle değinmek istiyorum. Roman dediğimiz tür dilin yoğun ve daha üst perdeden bir kullanımı ile özdeşleşmiş gibidir. Adına Romanlar’da sen dili romana göre daha yalın ve nahif kullanarak bu algıyı kırıyorsun. Hatta dilin öyküye yakın bir tadı ortaya çıkıyor. Tema olarak tamamen farklı olsalar da Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş’unu hatırlattı bu durum bana. Sen ne söylemek istersin dil konusunda?
Bir edebî tür olarak romanın en önemli unsurlarının başında hiç şüphesiz dil geliyor. Ne kadar başarılı bir kurgu, karakterler oluştursanız da dil konusundaki herhangi bir eksiklik, romanın genel başarısına gölge düşürecektir hiç şüphesiz.
Bununla birlikte ben biçimin / şeklin içeriği de etkilediğini düşünüyorum. Yani anlattığınız bir olaya uygun bir dil bulmazsanız, karakterlerinizi kişisel, sosyal, kültürel, mesleki hatta coğrafi özelliklerine göre konuşturmazsanız, bunun, romanın okur üzerindeki tesirini / gerçekliğini azalttığı kanaatindeyim.
Adına Romanlar üzerine çalışırken kurgudaki merak unsuru, sizin de bir önceki soruda senin de ifade ettiğin bazı postmodern tekniklerin kullanımı dilin daha yalın olmasını sağladı / gerektirdi diyebilirim. Tabii tüm bunların yanında akıcı bir dil bulmak ve bu dilden zevk almak en güzeli bir yazar için.
- Hazırlık sürecinden bahsetmek istiyorum. Detaylı ve yoğun bir mesai ile hazırlanmayı gerektiren bir tür roman. Sen neler yaptın bu süreçte nasıl geçti hazırlık süreci?
Adına Romanlar iki buçuk yıllık bir sürede yazıldı. Bu süre içerisinde kurguda, karakterlerde onlarca değişiklik meydana geldi. Kitabın ana konusu ve yan konularıyla ilgili çeşitli okumalar, araştırmalar hatta çalışmalar yapıldı. Her araştırmanın romanın derinliğine katkıda bulunduğunu yazdıkça anladım. Ve bu durumdan çok mutlu oldum.
Bir de şunu eklememe izin ver lütfen: Bir hikâyenin, romanın yayımlamasından, okura ulaşmasından çok sonra bile yazılmaya devam ettiğini düşünüyorum. Her okuyucu kendi bilgi birikimine, kültürüne, kişiliğine hatta o günkü duygu durumuna göre yazılanları yeniden kurguluyor, dönüştürüyor. İşte benim sevdiğim durum da bu.
- Yazarlar genelde bir karakteri temel alırlar ama akılları hep başka bir karakterde kalır. Sen de bu romanda Savcı Hasan’ı temel anlatıcı seçsen de aklın ondan başka bir karakterde de takılı kalmış gibi. Yoksa ben mi yanlış anlıyorum. Ne dersin?
Bir olayı, durumu çeşitli karakterler üzerinden anlatmanın birçok güzel yanı var. Ama en güzeli bu tarzın, hayatın küçük bir kopyası olma özelliği. Günlük yaşamımızda yaşanan bir olayın birden fazla kahramanı var. Ve her kişi olayı kendi penceresinden değerlendiriyor. Kimimize önemsiz görünen küçücük bir detay bir diğerinin tüm gününü mahveden veya şenlendiren bir an olabiliyor.
Bu anlamda Adına Romanlar’da birden fazla karakterin anlatıcı olarak seçilmesinde merkezdeki bir duruma / nesneye farklı bakış açılarını gösterebilme isteğinin önemli rol oynadığını söyleyebilirim.
- Bu söyleşiyi Veysel Altuntaş ile sen yapsaydın ona Adına Romanlar üzerine ne sormak isterdin. Bir soru sorup cevapla desem.
“İlk kitabı öykü türünde bir yazar olarak ikinci kitabının bir roman olması hakkında neler söylemek istersin?” diye sorardım galiba.
Cevap olarak da “Her romanın bir hikâyesi vardır zaten. Yani hikâyeden vazgeçmiş değilim.” derdim.
- Veysel çok teşekkürler. Seni burada ağırlamak mutlu etti bizleri.
Ben de bu güzel sorular ve değerlendirmeler için teşekkür ederim. Fakirane’de olmak benim için mutluluk.
İlk yorum yapan siz olun