Kadir Daniş’in ilk olarak “Panoptik Bela” adıyla yayımlanmış romanı Ketebe Yayınları’ndan “Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten” adıyla okurla yeniden buluştu. Türler arası çeşitliliğiyle dikkat çeken eser, oldukça vaat edici bir yelpazeye sahip. Yazar, farklı türlere ilgi duyan okurları aynı raf önünde buluşturuyor. Kimi fantastik ögeleri, kimi tarihi ögeleri barındırdığı için kimisi de bir dedektiflik romanı olması nedeniyle yakınlık duyuyor kitaba. Ama biz genel hatlarıyla tarihi bir dedektiflik romanı diyebiliriz Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten’e. Ama böyle dersek kullanılan dilin inceliğini ve zamanın koşullarını işleyiş biçimini gölgede bırakma ihtimalimiz var. Osmanlının son dönemlerinde geçen olaylar, iç içe hikâyeler şeklinde kurgulanıyor. Eski İstanbul’un olaylarına dahi dedektif Yıldırım Âgah’ın gözüyle bakmak dehşete düşürüyor.
Roman temelden Yıldırım Âgah ve onun sağ kolu Fuad Sani’nin dedektiflik maceraları ile cinler, periler, vampirler, cadılar, ezoterik örgütlerle verdikleri mücadeleleri, geliştirdikleri yöntemleri ve teknolojiye karşı savunmalarını konu alıyor. Kıvrak zekâsıyla Sherlock’un mizacını andıran Yıldırım Âgah’ın küçük yaşlarda yeteneği keşfediliyor. Aldığı iyi eğitimler ve imkânlar sonucunda birçok başarı elde ediyor. Çetrefilli olaylarda Sherlock’un yardımcısı Dr.Watson gibi ona destek olacak ekip arkadaşı Fuad Sani’yi çeşitli suallerle sınayıp yokladıktan sonra başarılı bulsa da bunu saklamaya çalışıyor. Zamanla, yanına çırak olarak giren bu adama tüm bildiklerini öğretiyor. Bildiklerinin gururunu, üstünde taşıyan Yıldırım Âgah ilk bakışta duygularını kontrol edebildiğinden kendinden fire vermez görünüyor. Fakat söz konusu kedisi Petek olunca akan sular duruyor.
Osmanlı teşkilatının İstanbul’da işlenen garip cinayetleri çözmek için tüm dünyada çözdüğü vakalarla büyük bir üne kavuşan Yıldırım Âgah’a başvurmasıyla olaylar başlıyor. Hikaye cadıların büyüsüyle ezoterik bir havada giderken girift bir geçişle bilim kurguya dönüyor. Günümüzde bilimsel entrikaları süsleyen “DNA” o dönemin şartlarıyla ele alınıp sırlı kabul ediliyor. Kişilerin karar mekanizmasını doğrudan etkileyen hormon salgısı, belli amaçlara yönelik bir başka hormona dönüştürülüyor. Karanlık dehlizlerde şifreler çözülüyor. Pisagor’un ezoterik-mukaddes rakamları, çeşitli kelimelerin ebced hesabındaki karşılığı gibi pek çok hususa başvuruluyor. Çözülen bir olay başka bir olayın kapısını aralıyor. Yıldırım Âgah ve Fuad Sani’nin izini sürdüğü her düşman farklı yetenekleriyle ikiliyi şaşırtıyor. Düşmanların meziyetleri gibi sonları da farklı oluyor.
Vurgucu betimlemelerin ve tabirlerin yanı sıra anlatımda çeşitli türlere uyum sağlama çabası olduğundan kurulan cümleler tek bir tonda ilerlemiyor. Teknoloji ve bilim gücünün kontrol altına alınmazsa müthiş bir tehlikeye dönüşeceği de üstünde durulan konulardan biri. Dönemin koşullarına rağmen söz edilen teknoloji ve bilim günümüz dünyasından çok uzak, bu sürecin anlatılması başlı başına bir serüven. Bu alanda gerçekleştirilen savunma yöntemleri ve silahların hangi ihtiyaca binaen üretildiği de ilgi çekici. Günümüz emniyet tabirlerinin tercih edilmesi olayın geçtiği zaman dilimi için yabancı kalıyor. Polisiye bir eser okurken birden bilimkurguya dönüşen sonra fantastik bir anlatıyla sizi karşılayan kitap, bu yönüyle perilerin illüzyonuna benziyor.
İç içe geçen hikâyelere üst kurmaca da dâhil oluyor:
“En son 2014’te Küçükçekmece’de, göl kenarında, benim hanımın hazırladığı ufak tefek kayıntılarla kahvaltı ederken gene sordum. Burnunun ucuna kadar kızardı, neden sonra ‘Söylemem Kadirciğim, beyhude uğraşmayın.” Dedi…”
Osmanlının son dönemlerinde dedektifin odasında çıkan kanlı bir dövüşün ardından kurulan bu cümle, okuru etkileyici tasvire kapıldığı sırada kıs kıvrak yakalayıp bugüne döndürüyor. Bu ipucundan sonra kaldığı yerden devam ediyor hikâye.
Yazar sitemini, sorgusunu ve derdini Yıldırım Âgah’ın ağzıyla dile getiriyor. Dönemden bağımsız popüler kültüre aitbu ironik tavır da okuru düşündürecek yerleri işaret ediyor:
“Tıpkı ilk birkaç eseri dahiyane olan romancılarımızın, tiyatro yönetmenlerimizin sonraki eserleri birbirinden farklı olmayan kuru, yavan, zeka ve işçilikten uzak fabrika ürünlerine dönüştüğünde bizim utanmadan onları ödüle boğmaya, ekol addetmeye devam etmemiz gibi.”
Kadir Daniş’in 20 yaşında kaleme aldığı eseri isim değişikliyle 6 yıl sonra yeniden yayımlaması da kitabın hikâyesine dâhil edilebilir. Keşifle gözleri parlayan okurlar için göz kamaştırıcı bir eser.
İlk yorum yapan siz olun