İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fakirane

Bekçi – Bengisu Ergüder

Ali’nin bu dünyadaki vazifesi, adı konulmamış anların bekçiliğini yapmaktı. Orada öylece kalacak, ne bir adım gelecek ne bir adım gidecekti. İşte tam da şimdi olur, denildiğinde vazgeçilen anlarda kalıyordu Ali. Bir eşikten içeri adımını atacak zaman çalan beklenmedik bir telefon oluyor, bazen iyi bazen kötü haberler veriyordu. Kötü haberler beklerken birden beliren umut oluyor. Ve sonra en mutlu anlarda akla takılan şüphe görevini üstleniyordu. Ali vazifesini ciddiye alıyor, biri bu ramak hâllere bekçilik etmezse kaçacaklarını biliyordu. Aksi hâlde suçlusu olmayacak, sebep olanı olmayacaktı. İnsanın gözü daima kendinden başka bir suçlu arıyordu.

Ali kalsın. Şimdi her nerdeyse orda kalsın. Beraber olunamayan yerlere gözcülük etsin. Banklarda oturup bankalarda uyusun. Şahit olsun da şahit tutulmasın. Ali kötü adamların eline geçmesin. Bu yüce güç keşfedilmemekle gizini korusun. Ben ona Ali diyeyim, siz bilmemem gereken şekilde hitap edersiniz. Ali’nin güvenlik kabininde kendine ait ufak bir alanı vardı. Yerini devrettiği bekçiyle kısa zamanda bir düzen oturtmuşlardı. İki tahta parçasıyla yaptığı ufak raf kitaplarını, fincanlarını ve mızıkasını rahatlıkla taşıyordu. Aşçı olmayı istediği hâlde bekçilik yapan nöbet arkadaşı, arada jestler yapıyor maharetini konuşturuyordu.  Ali nöbet sırasını devrettiği zaman bir süre gözden kaybolurdu. Gitmezse gelemezdi.